H
|
Habîr: Haberi olan, her şeyden hakkıyla haberdar olan, Allah.
|
Habîs: Kötü, pis, iğrenç, çirkin. Fena kimse veya fena şey. Maddi ve manevi temiz olmayan her şey. Murdar. Kur'an'da, haram. Kan, domuz eti, faiz, rüşvet, Allah'ı tanımamak, küfür, yalan v.b.
|
Hacc: Özel ve belirli bir amaçla bir şeye veya bir yere çokça gidip gelmek. Kasd. Bilinen tarzda Allah'ın Ev'ini, Ka'be'yi ziyaret etmek.
|
Hâciz: Aradaki engel, araya girme, perde.
|
Had, Hudud: Sınır. Terim olarak, nehyedilen şeyler, yasaklar, haramlar. Allah'ın koyduğu ilkeler, çiğnenmemesini istediği sınırlar, kurallar.
|
Hadis: Söz. Haber, nakil. İnsanda gerek uyku, gerek uyanıklıkta içe doğma ya da işitme suretiyle gelen söze de denir.
|
Hâdis: Bir şeyin sonradan meydana gelmesi.
|
Hafîz: Koruyan, gözeten. Yapılan işleri bütün ayrıntılarına varıncaya kadar tutan. Her şeyi belli vaktine kadar her türlü beladan saklayıp koruyan. Allah.
|
Hak: Doğrunun kendisi, gerçek. Doğru ve gerçeğin kendisine uygun olan söz. Kur'an'da, adalet, doğru hüküm. Varlığı hiç değişmeden duran. Sabit, varlığı aklın inkar edemeyeceği biçimde ortada olan. Allah. İndirilen hükümler. Kur'an'ın verdiği doğru haberler. Farz olan zekat. Mahsül zamanında zekattan ayrı olan hak, pay, tatavvu.
|
Hakîm: 'Hüküm ve hikmet sahibi'. Allah.
|
Halife: Başkası adına naiblikte, vekillikte bulunmak. Hilafet kişinin ya yokluğunda veya aciz ve güçsüz düştüğünde ya da vekil kılınan kimseyi yüceltme amacıyla yapılır. Allah, insanı yücelten bir varlık olarak onu yeryüzünde kendi halifesi kılmıştır. Halef: Birinin yerini hayırla tutmak. Half: Birinin yerini kötü olarak tutmak. Kötü nesil anlamlarına da gelir. Hilafet: Bir kimseden sonra onun yerine geçmek, ondan sonra gelmek veya onu en güzel bir biçimde temsil etmektir.
|
Hilm, Halîm: Nefsi heyecan ve gazaplanmaktan kendini alıkoyma gücü. Ceza ve karşılık vermekte aceleci davranmayan. Teenni sahibi. Suçluların cezasını vermeye gücü yettiği halde bunu erteleyebilen, yumuşak davranan. Allah.
|
Halk: Yaratma, yaratış. Allah'ın verdiği fıtrat. Bir şeyi bir şeyden var etme, icad etme. İstihale. Ahlak ile aynı kökten nitelik, özellik. Var olan bir şeye şekil verme veya yok olanı var etme. Aynı kökten türeme bir başka anlamı da yalan uydurma (Huluk).
|
Hamd, Hamid: Övgü, şükür, sena. Övgüye, yüceltilmeye yalnızca kendisi layık ve hak sahibi olan. Allah.
|
Hamr: Örtmek anlamında mastar; çiğ üzüm şırasından sıkılmış ve köpüğü atılmış şarabın ismi. İçkiye, aklı örttüğü için "humar" denir. Himar: Hımır maddesi, setr, örtü ve kapalılık; bundan dolayı kadının baş örtüsü.
|
Hanif: Hak dine eğilim. Tevhid dini, muvahhid. Tek bir tanrıya, Allah'a inanıp, yalnızca ona kulluk eden.
|
Hannas: Geri çekilerek, büzülüp sinerek, pusuda yatıp, fırsat buldukça döneklik yapma adeti olan, sinsi. İçten içe kuruntu veren, gizlice vesveseler aşılayan, saptıran, suistimal eden. Allah'ın adı anıldığı zaman sıkılan, insan kalbine ve ruhuna karşı gizli ve sinsi saldırılar düzenleyen. Şeytan. Hunnes: "Hanis"in çoğulu. Geri dönüş, geri kalma, sinen, sindirip ortadan kaybolan, geri kalan, gerileten demektir.
|
Haraç: Karşılık. Ücret. Vergi. Terim olarak hukuken mülkiyeti devlete ait olmakla birlikte, kullanım hakları üzerinde yaşayanlara verilmiş toprak, bu toprak için ödenen vergi.
|
Haram: Kelime anlamı yasak. Yasaklanan her şey için kullanılır. Terim olarak, Allah'ın ve Resulünün yasak kıldıkları, dinde meşru, temiz ve güzel görülmeyen şeyler. Helalin zıddı.
|
Hars, Harras: Zan ve tahmine dayanarak, bir delili olmaksızın fikir beyan etme. Yalan söyleme. Harras: Çok yalan söyleyen, yalan söylemeyi adet haline getiren.
|
Hasene: İyilik, güzellik, sevap, nimet, afiyet, başarı. İhsan, kurtuluş. Ruhi ve bedeni sevindirici şey.
|
Haşr: Bir araya toplama, toplanma. Bir topluluğu yerinden çıkarıp belirli bir yere sürme, halkı celbetme, hazır bulundurma, toplama. Terim olarak kıyamet gününde hesaba çekilmek, ceza ve mükafaat için insanların diriltilerek bir araya getirilmesi toplanması. İlk Haşr: İlk savaş.
|
Haşyet: İçi titreyerek korkma, çekinme, endişe etme, saygı dolu bir korku duyma.
|
Hata: Yanlışlık, günah, küçük günah, isyan. Bazan bilmeyerek yapılan istenmeyen hareket.
|
Havari: Halis beyaz anlamına gelen Havar'ın ismi mensubundan çoğul; şehir kadınlarına beyazlıklarından dolayı "Hevariyyat" denir. İhlasa ve sevgiye aykırı şeylerden uzak, halis temiz, içten bağlı dost. Hz. İsa'nın arkadaşları, sahabesi, seçkinleri, yardımcıları.
|
Hayy: Hayatı daimi ve ebedi olan. Fenası yani sonu, kesintisi olmayan. Bitki ve canlıların gelişme gücü, iç güdü kuvveti. Her türlü gam ve üzüntünün giderilmesi. Ebedi ahiret hayatı. Allah'ın en güzel isimlerinden biri.
|
Hayır: Kendisinde yarar, fazilet, adalet, bereket bulunan şey. Şerrin zıddı. Kendisinden fayda sağlanan, mal. Beğenilen, gönlün eğilim gösterdiği şey. (İlim, akıl, iyilik gibi.) Kur'an'da, cennet. İslam'ın ve temiz aklın beğendiği her şey.
|
Hayız: Belli periyotlarla rahimden akan kan. İddet, aybaşı hali.
|
Hedy: Terim olarak, Allah'a yakınlaşmak amacıyla Beytullah'a hediye edilen veya Allah'a adanan kurbanlık hayvan. En azı bir koyun veya bir keçidir.
|
Helak: Yıkım. Dünyevi ve uhrevi azab. Çöküş, çöküntü, tahammülü mümkün olmayan felaketler. Toplumsal çalkantılar, buhran, iç çözülme.
|
Helal: Haram'ın zıddı. Terim olarak, Allah'ın ve Resulünün yapılmasını, işlenmesini veya yenmesini meşru gördüğü şey. Temiz, güzel, hoş.
|
Hesab: Sayıları kullanma işlemi, sayma, tesbit etme. Takdir etme. Yeterlilik. Sorgu, sorgulama. Hesap günü: Ceza ve din günü.
|
Heva: İstek, tutku. Nefsin arzu ve hevesi. Şehvet. Şehvete karşı şiddetli eğilim. İnsanın bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler.
|
Hicab: Perde, engel, örtü. Haciz, sur.
|
Hicret: Göç. Allah yolunda veya başka bir amaçla kişinin kendi yurdunu, malını, aile ve yakınlarını terkedip başka bir yere göç etmesi, göçmek zorunda bırakılması.
|
Hidayet: Doğruya ve hayra yönelme, varma. Başarı. İslam'ın yolu. Kur'an'da, Allah'ın, lütuf ve ihsanı sonucu, neticesi hayır ve mutluluk olan yolu, kendi hoşnutluğunun yollarını göstermesi, araçlarını, sebeplerini bildirmesi, başarı nasib etmesi. Cennet. Akıl, sünnet, nübüvvet. El-Hâdi: Hidayeti yaratan, veren, dilediği kulunu hayırlı ve kazançlı yollara yönelten, başarı veren, kılavuz olan. Allah.
|
Hikmet: İlim ve akılla gerçeği bulma, var olan her şeyin iç yüzünü tanıma, bilme. Marifet, irfan. Resulün sünneti. Dinde fıkhetme, derin bir kavrayışa sahip olma. Sözde ve davranışta tam ve doğru isabet. Akıl. Kur'an'ın tefsiri. Fehm, icad, siyaset. İlahi ahlakla ahlaklanma. Sebeplerini bilerek belli ve yüce bir amaca vardıracak tarzda eylemi bilgiye, bilgiyi eyleme uygun yapma. Kur'an'da, Allah'ın, peygamberlerine ve seçkin halis kullarına nasip ettiği derin anlayış kabiliyeti.
|
Hikmet-i Baliğa: İsabetin en yüksek ve son sınırına varmış, olgunluğa, mükemmele ulaşmış hikmet.
|
Huccet: Apaçık delil, belge, ayet, beyyine.
|
Huccetu'l-Baliğa: Kur'an'da, peygamberin risaleti veya kitabın indirilmesi.
|
Huld: Bir yerde ikame etme, kalıcılık. Ebedilik, kesintisizlik, süreklilik, sonsuzluk.
|
Hums: Beşte bir. Terim olarak, ganimetin beşte bir bölümünün Allah'a, Resulüne, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara ayrılması
|
Huşû: Saygı dolu bir korku, yumuşama, derin saygı.
|
Hüküm: Hikmet. Karar. Bâtılı engelleyen. Fehm, kavrayış. İlim. İnsanların arasını hakla düzeltme, ihtilaflarını adaletle çözümleme. Kötü düşünce ve arzulara karşı direnme gücü. Kesin emir.
|
Hüsneyeyn: İki güzellik; zafer ve şehid olma.
|
Hüsran: Kayıp, zarar, helak, yıkım. İnsanın kendi ömrünü boş şeyler uğruna tüketip ebedi bir kayba uğraması, ahiret mutluluğunu kaybetmesi.
|